26 Mart 2016 Cumartesi

CABİR BİN HAYYAN


Arkadaşlar hepinize Merhaba,
Aşağıda Cuma derste konuştuğumuz Cabir Bin Hayyan ile ilgili bir parça ve beş soru var. Sizden isteğim bu parçayı dikkatli bir şekilde okuyup, bu beş soruya açık-anlaşılır-detaylı cevaplar vermeniz. Çarşamba akşam 23;59 a kadar cevaplarınızı yazmanız gerekiyor. Sorulara cevap verirken yararlandığınız kaynakları (kitap, dergi, internet adresi, vb.) en alta açık bir şekilde belirtmenizi istiyorum. En az iki arkadaşınıza yorum yazmayı unutmayın.
BİR APTALIN HATASINI DÜZELTMEYE KALKMAYIN, SİZDEN NEFRET EDECEKTİR.
BİR BİLGENİN HATASINI DÜZELTİN, SİZE MİNNETTAR KALACAKTIR.

Hepinize kolaylıklar diliyorum...

CABİR BİN HAYYAN (721-815)
Cabir Bin Hayyan 8.ve 9. yy'da  yaşamış; Kimya, Tıp, Eczacılık, Metalürji, Astronomi, Felsefe, Mantık, Fizik ve Mekanik üzerine çok büyük buluşlar yapmış Türk-İslâm alimidir. Tam ismi ‘Câbir Bin Hayyan Abdullah El-Ezdi’ olup, Batıda Al-Geber olarak tanınmıştır.
Kufe'de eczacı bir babanın çocuğu olarak doğmuştur. Abbâsi Halifesi Harun Reşid ' in sarayında yaşamış ve Vezir Yahya bin Halid el-Bermeki 'den himaye görmüştür. Emevi Veliahtı Halit Bin Yezid ve Cafer–i Sadık’tan dersler almış ve bütün müspet ilimleri öğrenmiştir. Simya’nın bir fen ilimi olmadığını görerek, tecrübeye,  analize ve matematiğe dayalı,  bugünkü Kimya’nın temellerini attı ilim öğretip, birçok öğrenci yetiştiren Cabir Bin Hayyan;  eserlerinde, yapmış olduğu ilmi ve fenni tecrübeleri en küçük ayrıntısına kadar izah etti ve yorumladı.  Kimyasal maddelerin bileşimlerini tespit etti ve açıkladı.  Kimyada kullanılabilecek bazı metodları ortaya koydu. Deneylerde kullanılabilecek aletlerin imalini,  kullanılış yollarını izah etti.  Kimyayla ilgili hassas ölçü aletleri yaptı.
Kendinden sonra gelen bilim adamları,  onu modern kimyanın kurucusu olarak kabul etmişlerdir. İslam aleminde;  Ebu Bekr Râzi,  İbn-i Sina,  Mesleme El-Macriti,  Farabi ve daha birçok bilgin onun eserleri ile yetişip, olgunlaşmışlardır. Eserleri;  asırlarca İslam medreselerinde okutuldu, endülüs vasıtası ile de batıya geçti. En önemli vasfı deneycilik olan Câbir bin Hayyân , kimya ilminin hem teorik hem de tatbiki alanda gelişmesine yardımcı olmuştur. Dünyada ilk kimya laboratuarını kuran âlim olarak tarihe geçmiştir.
Câbir, ömrünün büyük bir kısmını Irak'ın Kufe şehrinde geçirdi ve burada kimyayı bilimsel olarak sistemleştirdi. Sürekli laboratuarda çalışan Câbir, süblimleştirme, sıvılaştırma, kristalleştirme, damıtma, saflaştırma, cıvayla karıştırma, oksitleme, buharlaştırma ve filtrasyon gibi işlemleri geliştirip mükemmelleştirdi; şapı damıtmak suretiyle sülfürik asit üretti ve maddeleri gazlar, metaller ve minareler olarak sınıflandırmaya başladı. Kimyasalların özelliklerini yitirmeksizin birleşerek, gözle görülmeyen element bileşikleri oluşturması hakkında da yazdı. Tüm bunlar bugün herkesin bilebileceği bir şey gibi görünse de, bundan bin iki yüz elli yıl öncesi için Câbir, zamanının çok ilerisinde bir kişiydi.
Ampirik çalışmaya çok önem veren bu seçkin bilim insanının en önemli araştırması, asitler üzerinedir. Eski dünyada, sirkeye tadını veren asetik asitten daha güçlü bir asit bilinmemekteydi. Günümüzde kimya endüstrisinin vazgeçilmezlerinden olan sülfürik, nitrik ve nitromuriyatik asitleri keşfeden Câbir, kimyasal deney olasılıklarını önemli ölçüde artırmıştır
Câbirin metallerin rafine edilmesi ve çelik hazırlanması konusundaki çalışmaları döküm tekniklerinin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Kimya teorisine göre en büyük katkıları arasında metallerin yapısı konusundaki görüşleri yer almakta olup bu görüşler, çok az değişikle modern kimyanın başlangıcı sayılan 18. yüzyıla kadar ulaşmıştır.
Câbir bin Hayyân tarafından kimyayla ilgili şu yorum yapılmıştır: Kimya ilmindeki ilk mühim husus, pratik uygulamalar yapman ve deneyler yürütmendir, zira pratik tatbikatta yahut da deneysel çalışmalarda bulunmayan kişi, ilmin en alt seviyelerine dahi erişemez. Ey oğul, deneyler yap ki ilmi elde edesin. Alimi ellerindeki maddenin bolluğu değil, deneysel yöntemlerindeki mükemmellik mesut eder.
Maddelerin altına dönüştürülmesi (transmutasyon) için metotlar geliştirmeyi hedefleyen simya ilminin babası olarak bilinen Câbir bin Hayyân, geliştirdiği element anlayışı, denge teorisi yaklaşımı, tatbikatları, icat ettiği alet ve düzeneklerle kimyanın babası kabul edilmektedir. 
Bazı fikirleri yüzünden hayatının bir kısmını sürgün olarak yaşadı; örneğin; "Allah bize fiziki kanunlar vermiştir. Bunlarla bitki, hayvan hatta insanın benzerini yapabiliriz. Allah beşere öyle kabiliyetler bahşetmiştir ki; beşer, kâinattaki bütün sır perdelerini bununla çözmeye muktedirdir." O zamanki Basra valisi bazı siyasi ve maddi çıkarları yüzünden Cabir'in yargılanmasını sağladı. Basra baş kadısı Cabir'i yukarıdaki sözünden dolayı Allah'a şirk koştuğu ve büyücülük (Kimyacılık) yaptığı gerekçesiyle idama mahkum etti. Cabir idam edilmeyi beklerken zindandan bir arkadaşıyla kaçmayı başardı.   
Atom alanında ilk çalışmaları John Dalton‘un yaptığı, uranyumun çekirdeğinin parçalanabileceği fikrini de ilk olarak Otto Hahn’ın ortaya attığı söylense de, kimya alanında ilk laboratuar kurup çalışmalar yapan bu Türk insanı şu sözleri bin yıl önce belirtmiştir:
“Maddenin en küçük parçası olan cüz-ü la yetecezza (atom)da yoğun bir enerji vardır. Yunan bilginlerinin iddia ettiği gibi, bunun parçalanamayacağı söylenemez. O da parçalanabilir. Parçalanınca da öyle bir güç meydana gelir ki Bağdat’ın altını üstüne getirebilir. Bu Allah-u Teala’nın kudretinin bir nişanıdır.”
Galileo, Francis Bacon , Newton ve başka birçok bilgin onun eserlerinden faydalanmışlardır. Cabir kendindeki bilginin kaynağı olarak hocası İmam Cafer es-Sadık'ı gösterir. İmam Cafer' in din ilimleri yanındaki fen ilimleri ile ilgili bilgilerini Hz. Ali'nin torunu olan dedesinden ve sahabi efendilerinden aldığını belirtmiştir. Hatta Cabir'e göre bu doğa bilimleri onun hocalarına direk Hz. Muhammet tarafından verilmişti.
İslamiyet'in yayılması ve kabülünden kısa bir süre sonra bu coğrafyada (Şam-Bağat-Kufe-Basra-Horasan) çok ciddi bilimsel ilerlemeler olmuştur. Normal medeniyetlerde 500-600 yıl sürecek zaman diliminden sonra ortaya çıkacak bilim disiplinleri İslam medeniyetinde 100-200 yıl gibi çok kısa sürede gelişmiştir. Bunda Eski Yunan eserlerinin hızlıca çevrilmesinin etkisi olsa da zamanın İslam alimleri çevirdikleri Eski Yunan medeniyetindeki kitapları düzeltmişler ve üzerlerine çok fazla bilgi koymuşlardır. İslam medeniyeti dünyada en hızlı doğup gelişen bir medeniyet olmuştur. Bu hızlı gelişim sadece siyasal-coğrafik hareketliliğe değil aynı zamanda büyük bilimsel gelişmelere neden olmuştur. Bu medeniyetten kimyanın, matematiğin, botaniğin, sosyolojinin babaları diye tanımlanacak dünyanın en zeki insanları çıkmışlardır.

SORULAR
1- Bilimin gelişimi için içinde yaşayabileceği bir medeniyete ihtiyaç var mıdır? Eğer varsa bu medeniyetin özellikleri neler olmalıdır?
2- Bir bilim disiplininin oluşması için hangi süreçlerden geçmesi gerekir? Açıklayınız. Kimya disiplini için bu süreçlerin işleyişi nasıl olmuştur?
3- Bilginin kaynakları neler olabilir? Bilimsel bilginin kaynakları neler olabilir? Açıklayınız
4- Cabir bin Hayyan'ın muhteşem ilminin kaynağı ne olabilir? Cabir bu kaynağı kendisi nasıl tanımlamıştır?

19 Mart 2016 Cumartesi


Arkadaşlar Merhaba,
Aşağıda Cuma derste konuştuğumuz Batlamyus ile ilgili bir parça ve yedi soru var. Sizden isteğim bu parçayı dikkatli bir şekilde okuyup, bu yedi soruya açık-anlaşılır-detaylı cevaplar vermeniz. Çarşamba akşam 21;00 a kadar cevaplarınızı yazmanız gerekiyor. Sorulara cevap verirken yararlandığınız kaynakları (kitap, dergi, internet adresi, vb.) en alta açık bir şekilde belirtmenizi istiyorum. Hepinize kolaylıklar diliyorum...

BATLAMYUS (M.S. 85-165)
Hiç gökyüzüne bakıp korkuyla çığlık attığınız olur mu? Her baktığımızda başka bir yerde olan büyük sarı bir yuvarlak var yukarıda. Bu yuvarlak birden batar gözden kaybolur ve ışık saçan binlerce noktacık görünmeye başlar. Gökyüzüne baktığımızda paniğe kapılmıyorsunuz herhalde. Bu parlak şeylerin ne olduklarını biliyorsunuz. Ufak ve yakın görünmelerine karşın gerçekte Güneş, Ay ve yıldızların çok büyük ve çok uzak olduklarını da biliyorsunuz. Ancak bu bilgileri kendi başınıza edinmediniz. Evren hakkında şimdi bildiğimiz şeyleri öğrenmek için bilim insanları binlerce yıldır, çoğu kez karmaşık aygıtlar kullanarak gökyüzünü inceleyip duruyorlar.

Ancak şimdi gökyüzündeki o şekiller hakkında bildiğiniz şeyleri bir an için unutun ve sonrada sadece eski astronomların kullandıkları –iç aygıtları- yani, gözlerinizi kullanarak onları inceleyin. Gökyüzüne bakarken kendinize “yukarıdaki şu nesneler ne acaba? Ne kadar uzaktalar? Ne büyüklükteler? Dönüyorlar mı yoksa duruyorlar mı?” diye sorun. Sonra da bunları merak eden herkesin yaptığı gibi şu soruyu sorun kendinize: "bütün bunların arasında benim yerim ne?”
Eğer her şeyin merkezinde olduğunuzu hissederseniz, böyle hisseden ilk kişi siz olmayacaksınız. En eski çağlardan yakın diyebileceğimiz zamanlara kadar insanoğlu, Dünyanın evrenin merkezinde olduğunu ve her şeyin Dünya'nın çevresinde döndüğünü düşünüyordu. İnsanların böyle düşünmesinin bir nedeni gözlemlerin bu doğrultuda olmasıydı. Düşünün bir kere, Güneş doğudan doğup tepemizden geçip batıdan batarken o Dünya çevresinde dönüyormuş gibi görünüyordu. Dünya ise size ayaklarınızın altında kıpırdanıp dönüyormuş gibi gelmiyor. İnsanın, Dünya'nın her şeyin merkezi olduğunu düşünmesinin bir başka nedeni de kendini beğenmişliğidir. Yaşadığımız yerin yaşanılabilecek en önemli yer, bütün hareket ve heyecanın merkezi olduğuna kendimizi inandırmak kolaydır. Ancak bu düşünceye bu kadar uzun süre ve bu kadar yaygın biçimde inanılmasın en önemli nedeni Roma imparatorluğunda yaşayan Batlamyus (Ptolemaios) isimli bir bilim insanının kendinden önceki düşünürlerin araştırmalarını toparlayıp üzerine yaptığı çalışmalarıdır.  
Düşünceleri pek uzaklara yayılmış çoğu düşünür gibi Batlamyus'ta doğru zamanda doğru yerde olma şansını yakalamıştı. Bu onun için, ikinci yüzyılda ve Mısır'daki İskenderiye'de olmak demekti. Büyük roma imparatorluğunun resmi başşehri Roma olduğu halde o dönemin bütün ünlü ilim ve bilim adamlarının çalışmak ve fikirlerini paylaşmak için geldikleri yer İskenderiye idi. Kuzey Afrika sahilindeki bu heyecan verici şehirde Batlamyus Dünya –merkezli evrenin nasıl çalıştığının ayrıntılı bir tablosunu geliştirdi ve bunu destekleyici bazı bilimsel düşünceler öne sürdü. 
Batlamyus'u etkileyen sizinde hemen yapabileceğiniz bir deneyin sonucuydu: bir taşı bırakmak. Bir taş parçasını elinizden bırakırsanız havada süzülerek yükselmez, Dünya'ya düşer. Batlamyus Dünya'daki nesnelerle gökyüzündeki nesnelerin aynı kuralı izledikleri sonucunu çıkardı. Taşın hareketi Dünya merkezli olduğuna göre gökyüzündeki nesnelerin hareketleri de Dünya merkezli olmalıydı. Bu Batlamyus'a Güneş'in, Ay'ın, gezegenlerin ve yıldızların havada süzülüp Dünya'dan uzaklaşmadıklarını, her gün geri geldiklerini anımsatıyordu.
Evrenin ayrıntılı bir betimlemesini yapmak için Batlamyus Mars, Satürn, Jüpiter, Venüs ve Merkür (o çağda bilinen gezegenler bunlardı) gezegenleri ile yüzden fazla yıldızın hareketini kaydetti. Yıldızlar Batlamyus'un beklediği gibi, dünya merkezli çemberler üzerinde hareket ediyorlar, ancak gezegenler, bazen kusursuz bir çember üzerinde döner gibi görünmüyorlardı. Böylece Batlamyus gezegenlerin, büyük çemberler üzerinde hareketleri sırasında, "ilmek" denilen küçük çemberler üzerinde de dönmeleri gerektiği sonucuna vardı.
Batlamyus'un çalışmaları İskenderiye'den bütün roma imparatorluğuna, ayrıca Arapçaya çevrilip bütün orta doğuya yayıldı. Bu sonuçlar Hıristiyanlarca da benimsenerek din adamları ve şairler tarafından bütün Avrupa'ya yayıldı ve bu etki bin yıl sürdü. Bir gök bilimcinin gözlemlerine tıpatıp uyan, bu kadar yalın bir güzelliği olan ve insanları her şeyin merkezine oturtan böyle bir evren modeli dünyada yaşayan herkes tarafından çekici bulunmuştu.
Kendinden sonra gelen bilimciler gökyüzü araştırmalarını geliştirdikçe gezegenlerin, Batlamyus'un fark etmediği bazı hareketler yaptıklarını gözlemlediler. Ancak Batlamyus'un modelini dışlamak yerine, eğri büğrü, kargacık burgacık bir sürü ilavelerle yörüngeleri ayarladılar. Batlamyus'un modelini korumak uğruna bilim insanları geçen bin yıllık sürede biraz tavizden kaçınmamışlardı. Ancak ....
“Bilimsel Gaflar Doğruya Giden Eğri Yolda Serüvenler” (Tübitak yayınları, 1999); Mahmut POLAT, (Doktora tez çalışması, 2011)  

SORU 1: Parça içerisinde hiç olgu, genelleme, hipotez, bilimsel yasa ya da teori var mıdır?
A-) Varsa bunlarla ilgili örnekleri metin içerisinden alıntılar yaparak gösteriniz. (Örneğin seçtiğiniz bir cümlenin neden bir teori olduğunu ya da bilimsel yasa olduğunu düşündüğünüzü açıklayınız.)
B-) Yoksa neden bu parçada hiç bu bilgi türlerinin (olgu, genelleme, hipotez, teori, yasa) olmadığını açıklayınız.
SORU 2: Sizce Batlamyus’un hazırladığı açıklayıcı tablo parçanın genelinde öne sürdüğü düşünceler ve açıklamalar sadece kendi zihninin ürettiği öğelerden mi oluşmaktadır? Bilimsel açıklamaları (teori, hipotez, yasa gibi) üretmede bilim insanlarının hangi özellikleri ön plana çıkar?
SORU 3: Batlamyus’un bilimsel çalışmalar açısından en büyük şansı neydi? Bilim insanları neden çalışmalarını başka bilim insanlarına da açmak zorundalar?
SORU 4: Batlamyus öne sürdüğü evren modelini desteklemek için ne yaptı? Bir bilimsel çalışmanın olgusal deneyler ve sağlam gözlemlerle test edilmesi gerekir mi? Sizce deneylerin ve gözlemlerin bilimsel çalışmalar için önemi nedir?
SORU 5: Batlamyus’un Evrene ilişkin modelinin çok uzun süre (yaklaşık bin yıl) ve birçok yerde geçerliliğini koruyabilmiş olmasının nedeni ne olabilir?
SORU 6: Batlamyus’un modelinin gözlem verileriyle uyumu ne düzeyde olmuştur? Sizce bu uyum düzeyi ile bilimsel bir modelin geçerliliği (belli bir zaman içinde bilim çevrelerince kullanılır olması) arasında nasıl bir ilişkiden söz edilebilir? Açıklayınız.
SORU 7: Batlamyus ve daha sonraki yıllarda gelen bilim insanları neden bazı durumlarda evren modeline "ilmek" denilen yeni yörüngeler ya da farklı unsurlar eklemişlerdir? Bu model neden tamamen terk edilmemiş ve onu kurtarmak adına bazı tavizler verilmiştir? Açıklayınız. 

12 Mart 2016 Cumartesi

Arkadaşlar Merhaba,
ÖNEMLİ HATIRLATMA; Öncelikle bu blogu vizeye kadar Cuma sabah grubunda olan arkadaşlar kullanacak, vizeden sonra Cuma öğleden sonraki grup kullanacak, ondan dolayı şimdilik
SADECE sabah grubu yorum yazsın.

Aşağıda Cuma derste konuştuğumuz Arşimet ile ilgili kısa bir hikaye ve beş soru var. Sizden isteğim bu hikayeyi dikkatli bir şekilde okuyup, bu beş soruya açık-anlaşılır-detaylı cevaplar vermeniz. Çarşamba akşam 21;00 a kadar cevaplarınızı yazmanız gerekiyor. Sorulara cevap verirken yararlandığınız kaynakları (kitap, dergi, internet adresi, vb.) en alta açık bir şekilde belirtmenizi istiyorum. Hepinize kolaylıklar diliyorum...



ARCHIMEDES (ARŞİMET)
Buldum buldum diyerek sokakta çıplak koşan Arşimet neyi bulmuştu? Neyin coşkusu içindeydi? Bu soruyu yanıtlamaya geçmeden kısaca Arşimet’i ve yaşadığı dönemi tanıyalım.
Grek kökenli bir aileden gelen Arşimet, Sicilya’nın Siraküz kentinde doğdu. Babası tanınmış bir astronomdu. Öğrenimini, dönemin bilim merkezi olan İskenderiye’de tamamladı; Euclid (Öklid) geometrisi onu neredeyse büyülemişti. Siraküz’e döndükten sonra tüm yaşamını matematik ve bilimsel çalışmalara verdi.
Arşimet’in dikkat çeken bir özelliği çok yanlı bir araştırmacı olmasıydı: ilgi alanı kuramsal matematikten uygulamalı fizik ve savaş mühendisliğine uzanan çeşitli alanları kapsıyordu. Bilimsel kişiliğinde göz alıcı teknisyen becerisiyle üstün matematik yeteneğinin birleştiğini görmekteyiz. Ama ilgi odağında öncelikle koni kesitleri, hidrostatik ve dengeye ilişkin kuramsal sorunlar yer alıyordu. Problem çözme büyük tutkusuydu. Söylentiye göre, kumsalda bir geometri problemi üzerinde uğraşırken kendisine yaklaşan Romalı askerin farkına varmaz, saldırıya uğrayarak yaşamını yitirir.
Sorumuza dönelim: Arşimet neyin heyecanıyla kendini sokağa atmıştı? Ayrıntıya girmeden yanıtı bir cümlede verelim: fizikte şimdi Arşimet ilkesi diye bilinen doğa yasasını bulmanın heyecanıyla!
Hikâyeyi hemen herkes bilir: Siraküz’ün despot kralı Hiero, ölümsüz tanrılar tapınağına konmak üzere kentin tanınmış kuyumcusuna som altından bir taç yapması emrini verir. Kuyumcu, kralın sağladığı altın ağırlığındaki tacı zamanında tamamlar, teslim eder. Ne var ki kimi söylentiler kralı, tacın yapısına gümüş karıştırıldığı kuşkusuna düşürür. Kral gerçeği öğrenmek ister.
Daha o zaman her maddenin kendine özgü bir ağırlığı olduğu, örneğin bir altın parçasının aynı büyüklükteki (aynı hacimdeki) gümüş parçasından daha ağır çektiği biliniyordu. Ne var ki, kralın aynı biçim ve büyüklükte saf altından başka tacı yoktu ki, ağırlık mukayesesi yapılabilsin. Bilinen tek seçenek tacı eritip küp biçiminde dökmek, aynı büyüklükteki küp altınla terazide tartmaktı. Ama bu çözüm uzun emek ve ince bir işçilikle işlenmiş tacı yok etmek demekti. Sorun tacı bozmaksızın kullanılan altın miktarını belirleyebilmekti. Buyurgan kral çaresizdi; ama aptal değildi. Sonunda bilime başvurma gereğini anlar, sorunun çözümünü Arşimet’ten ister.
Hikâyede, Arşimet’in çözüm arayışında düşünsel (zihinsel) düzeyde nasıl bir uğraş verdiğinden söz edilmiyor: sadece banyo küvetine ayak attığında çözümün bir anda aklına nasıl geldiği vurgulanıyor. Arşimet küvete ayak atınca su düzeyinin yükseldiğini fark eder, oturunca suyun taştığını görür ve hemen suya daldırılan bir nesnenin hacminin, yapısal biçimi ne olursa olsun taşırdığı suyun hacmi ile belirlenebileceğini anlar. Öyle ise yapacağı şey basitti: Suyla dolu bir kaba tacı daldırmak, hacmi taşan suyun hacmine denk altın parçasıyla tacı tartmak! Deney tacın saf altından olmadığını ortaya çıkarır; kurnaz kuyumcu suçunu yaşamıyla öder sonunda.

[Bilimin Öncüleri,( TÜBİTAK yayınları, 2001); Mahmut POLAT (Doktora tezi, 2011)]
 

SORU 1: Olaylarla ve olgular ile ilgili gözlemler ve deneysel veriler toplanırken bilim insanlarını genel olarak ne(ler) yönlendirir? Problemin çözümü sürecinde hangi olgusal gözlem Arşimet’i sonuca ulaştırmıştır? Bu hikâyeye konu olan olgu nedir, olay nedir?

SORU 2: Karşılaştığı bu olguyla/olayla daha önce belki başka bilim insanları da karşılaşmıştı. Aynı bilgilere ve gözlemlere onlar da sahip idiler fakat bu ilişkiyi kuramadılar. Peki, Arşimet aralarında ilk bakışta herhangi bir ilişki olmayan iki olguyu bir hipotez içerisinde nasıl buluşturmuş olabilir?

SORU 3: Bir önceki soruya verdiğiniz cevaptan hareketle sizce bilim daha çok prosedürel (belli bilgi, işlem ve süreç gerektiren) midir? Yoksa yaratıcı (bilim insanlarının hayal gücü, sezgisi, yaratıcılık gibi özelliklerine dayanan) yönü daha mı ağır basar? Parçadan örnek durumlarla cevabınızı kısaca açıklayınız.

SORU 4: Parçaya göre Arşimet problemin çözümü için bilimi ve ürettiği teorileri kullanmıştır. Ancak sonuçta kurnaz kuyumcu bunu canıyla ödemiştir. Size göre, bu olayla ilgili olarak, bilimsel bilgilerin bazı sonuçları kötü durumlara yol açıyorsa bu bilgilere kötü ya da iyi gibi değerlendirmeler de bulunulabilir mi? Kısaca açıklayınız.

SORU 5: Genelde tüm bilim insanları ve özelde Arşimet için söylenecek olursa hangi özellikler bilim insanlarının toplumdaki diğer insanlardan farklı düşünmelerini ve bilimsel ürünler ortaya koymalarını sağlar?

10 Mart 2016 Perşembe

2016_Bahar_grubu_Merhaba

Fen Bilgisi Öğretmenliği,
2015-2016 Bahar Dönemi
Cuma sabah grubu Herkese MERHABA...